rss search

next page next page close

gözlerimi kapattığıma bakmayın, orada olduğunuzu biliyorum

2010’dan bu yana yazdım bir şeyler. (öncesi de var gerçi ama şimdi 2010’a kadar gidebildim kendimce.)

yazdığım her yazıda karşımda biri-birileri- vardı.
karşımda kimse kalmadığından değil uzun zamandır yazmamam-yazamamam-
gözlerimi kapattım sadece.

ama gözelerimi kapattığıma bakmayın, orada olduğunuzu biliyorum.

*

sen mesela,

“ne çok benzer yönümüz var değil mi?”
hatırla mesela, “karanlıkta nüfus sayımı şöyle yapılır, yaşayanlar bir sigara yakar.” dediğimde sigaranı yakmak üzere olduğun zamanı hatırla.
*

sen,
en büyük kazancım, en derin kaybım.
“eğleniyorsak sorun yok” dediğimde uğradığın hayal kırıklığını hatırla.
çok hayal kırmadım ben(*) bundan belki de o anı unutamayışım.

*

sen,
en umutsuz olduğum anda elini uzatıp beni yukarı çeken sen.
ne çok şey öğrendim senden.
öğrendiğimde çok geç olmuştu belki ama “iyi ki”lerin başını çeken sen.

*

sen,
okumazsın, görmezsin bu yazıyı sen.
yine de Sen’siz olmaz bu yazı dediğim sen.

*

ve sen,
suskunluğumun sebebi sen.
suskunluğumun utancıma sebep olmasına sebep sen.
kırdığım en büyük hayal, sen.

*

karşımdasınız hepiniz, suskunluklarınız birbirine karışıyor.
sırayla susun,
anlamıyorum.

*

(yazının rezilliğin daniskası olduğunu ben de biliyorum.-edebi anlamda değil. anlarsınız ya.- ama görün işte gerçek ben’i.)

*

ben iyi bi’ adam olamadım.

next page next page close

sonra ben de dedim ki;

hayatta bir kez birine geç kalırsın ve bir daha hiç kimse için acele etmezsin.

***

çünkü biz hep “iyi çok şükür” dedikten sonra “daha iyi olabilirdi”yi,

çünkü “kötü” dedikten sonra “çok şükür, daha kötü de olabilirdi”yi düşünen insanlarla beraber büyüdük.

çünkü bizim lisede öğrendiğimiz en güzide bilgilerden biriydi eylemsizlik: bulunduğu konumu koruma isteği.

*

bulunduğum konumdan daha iyi bir konumda olabilirdim,

daha kötü durumda değilim çok şükür.

*

daha kötülerini de gördüm, biliyorum ama çocuk,

eylemsizliğim de bu yüzden.

*

dibi görene kadar eylemsizim,

eğer çok sevdiysen, yani çok sevdiysen, (*)

dibi görmem için elinden geleni ardına koyma o halde çocuk,

devam et.

***

kalbine hakim ol çocuk. tanrı, seni terketmedi. (**)

 

(*) “eğer çok sevdiysen diyor, yani çok sevdiysen, oysa bilmiyor ki sevmek de bir ana ait” – Kaybedenler Kulübü

(**) Unutursun – Cem Adrian

next page next page close

böyle el sallayacaksın havaya doğru, o zaman yanıyor.

‎- Apartmanın girişindeki lambayı sen mi kırdın bülent?
+ Hangisini?
– Otomatik yanan, sensorlu lamba.
+ Hayır.
– Komşu görmüş, yalan söyleme. Süpürge sapıyla kırmışsın dün gece.

Önüme baktım.

– Neden kırdın?

Cevap yok.

– Hasta mısın evladım? söyle bana, neyin var, neden kırdın lambayı, yapma böyle…
+ Kırdımsa kırdım, ne olacak! Çok mu değerliymiş?
– Lamba senden değerli mi evladım, lambanın … …, lamba kim? Yöneticiye de dedim. Lambanızı …, kaç paraysa veririz. Sen değerlisin benim için.
+ Beni görünce yanmıyordu baba.
– Nasıl ya?
+ Görmezden geliyordu, yanmıyordu. Kaç sefer yok saydı beni.
– E beni görünce de yanmıyordu bazen, böyle el sallayacaksın havaya doğru, o zaman yanıyor.
+ Hadi ya! Sahiden mi?
– Evet. Ucuzundan takmışlar. Bizimle bir alakası yok.

Babama sarıldım, yıllar sonra.

Emrah Serbes, Erken Kaybedenler.

next page next page close

ütopik 10


benim değil artık bu ütopya..

ben yokum artık bu ütopyada..

***

döndüm işte.

*

gecelerden buhranlı bir sessizliğin ertesindeyim şimdi,

büyük çığlıkların arifesinde.

*

çok düşündüm araf’ta.

seni sağıma aldım ateşler içerisindeyken,

solumdaki cennet bahçeleri değil, sağımdaki sen’in yakıcılığı cezbetti.

seni soluma aldım üşürken,

sağımdaki ateşi değil, solumdaki sen kokusunu istedim.

araf’taydım ama,

bakmakla yetinenlerin arasındaydım.

ben de baktım,

bakışamadık belki ama bakmak da yetti sana, zamanın dışındaki boyutta.

*

döndüm işte.

sen aynı,

sessiz, sakin, güzel..

ben,

adımı soranlara adını söylüyorum şimdilerde.

*

döndüm işte,

sessiz çığlıkların ertesinde,

haykırarak susmaların arifesinde.

next page next page close

gece

nefes almamın zorlaştığı anlarda gözlerimin önünden geçen her kare için 365 gecemi geçirebilirdim uykusuz.
ben her geceme her kareyi sığdırdım ama.

*

bir kere düşmeye başladın mı, o yere çakılma anı geciktikçe zamanın akışı yavaşlar.

çünkü geçen her an o çakılma anının şiddetini artıracaktır,

artık bitsin dersin içinden hep ama bitmez,

ayağı kırılan atların vurulması gibi biraz..

sen de daha kötüsünü daha beterini düşünürsün, bir an önce o yere çakılma anı gerçekleşsin de bitsin bu düşüş diye.

önce güzel bi an gelir gözlerinin önüne sonra o an’ı değerli kılan her ne varsa kötü anlardaki görüntüleriyle karşındadır.

nefes almanın zorlaştığı evreden nefesinin kesildiği evreye geçersin yavaş yavaş..

ve sızıp kalırsın bu evrede işte(uyumak değil bu)

alarmların ardı ardına çalmasıyla istemeye istemeye çıkarsın yatağından ve rol yapmaya başlarsın ta ki o yatağa geri dönene kadar.

***
sanırım, sensiz bir geceye daha hoş geldim.

 

next page next page close

yarım

sen bıçak sırtı

kemiklerime dayalı,

***

her gelen metro için bu dolu bi’ sonrakine binelim diyerek daha fazla zaman geçirmeye çalıştığımız zamanlar vardı,

sonra apartman girişlerinde saatlerce oturduğumuz günler,

ada vapurunda erik yediğimiz zamanlar,

yorulmuşsunuzdur diyerek çayları alıp gittiğim stand,

ders çalışma bahanesiyle buluşup ders çalışmadığımız zamanlar,

edebiyat parçaladığımız o uzun geceler,

tahtaravelliye binmek için kilometrelerce yürüdüğümüz zamanlar,

aştide henüz meyve vermeden önce mırıldandığım şarkı,

__sen nerdeydin, sana kim sorduhayatının aşkını. sen kimleydin, bana kim buldu senin gibi şaşkını

sonra zamanın güzel geçmesine sebep şehirlerarası yolculuklar,

sultanahmette ayrılıp aksaray metroda birleşemediğimiz gün,

kantine bırakmak zorunda kaldığım kitaplar..

*

yarım kalmışlarımızdan tamlar oluşturabilseydik en çok tam benim olurdu.

***

ben biley taşı,

satılmış bi’ ruh sana..

next page next page close

ben sana mecburum. sen, yoksun..

lise münazaralarından birinde konu “milli güvenlik için kişisel özgürlükler kısıtlanabilir mi kısıtlanamaz mı”ydı. biz kısıtlanamazı savunuyorduk. orada Ali Şeriati’nin “Kendini Devrimci Yetiştirmek” kitabından bir kısım okumuştum. şöyleydi o kısım;

“ey özgürlük! seni seviyorum, sana muhtacım, sana aşığım ,sensiz yaşam zordur, sensiz bende yokum. varım, ama ben yokum. yani o var olan ben değilim. ben, sensiz boş, anlamsız, şaşkın, avare, ümitsiz, kalpsiz, ışıksız, tatsız, beklentisiz, intizarsız, beyhude yani bir hiç olacağım.”

*

öyle işte biraz.

ben sana mecburum. sen, yoksun. varsın, ama sen yoksun. yani o var olan sen değilsin.

karşımdasın kimi zaman, görüyorum.

arkamdasın bazen, hissediyorum.

ama yoksun..

*

yokluğunun yokluğa çektiği anlar var,

yokluğu en güzel varlık gibi hissettiren anlar.

oysa ben,

var olmanı isterdim.

bende var olmanı isterdim.

sende var olmak isterdim.

senle var olmak isterdim.

***

vazgeçemediğim vazgeçişlerim var benim, bu da onlardan biri belki de..

vazgeçtim. eyvallah..

next page next page close

bir avuntu

belki’lerle başlayan her şey keşkelerle bitmek zorunde değildi belki evet ama bu bi’ istisna değildi. istisna olsaydı kaideyi bozabilecek kadar güçlü bi’ istisna olurdu ‘belki’ ama, değildi işte.

yeşil çam filmlerinde abartılı anlatımlar vardır (Yedi Bela Hüsnü filmindeki Kemal Sunal için “tek parmağıyla öküzü kaldırıyormuş!” söylemi gibi) öyle işte biraz.

biz de o filmleri aratmıyoruz,

abartılı yaşıyoruz(bunu bi’ yerlerde yazmıştım daha önce hatta insanları hayatımızın merkezine çekiyoruz filan da demiştim, şimdi hatırladım. boşuna yazmışım. farkındalık önemlidir ama tek başına yeterli değildir.)

abartılı yaşıyoruz hafif mi kaldı biraz sanki, şöyle söyleyelim;

her şeyin bokunu çıkarıyoruz.

merkeze geçip bi’ kapsama alanı belirlememiz gerekirken, belirlenmiş kapsama alanlarını ısrarla zorluyoruz.

böyle sınırları zorlarken farkına varıyoruz işte aslında özgür olmadığımızı hiç bi zaman  olamayacağımızı(emrah serbesin afili parçalarında vardı bu; kendimizi özgür zannediyoruz oysaki sadece ipimizi biraz uzun bırakmışlar. Sınırlara gelince fark ediliyor bu.) 

bu yazı toparlanmayacak Johnny Cash’in “Walk The Line” parçasını önererek bitireyim bu işkenceyi burada.

***

yaşanmadığı halde üzen bi’ şeydi bu.

yaşanmadığı için üzen bi’ şeyden ziyade.

next page next page close

odamın hayaletisin, sessizliğine aşığım.

git,

gideceksen.

gündüz gidenleri farkedemedim hiç.

gece olduğunda tekrar, hayaletlerini aldım yanıma ve yaşadım.

gecenin dibinde, karanlığın en zifirisindeyim,

git.

 

 

next page next page close

üçgen gezegenleri, meşru cinayetleri

gerçekte kim olduğunu çok düşündüm,

özleminin yer yer sağanak yağışlı olduğu zamanlarda…

galiba artık biliyorum!

sen,

büyümeye zamanı olmayan çocukların,

dar zamanlarda attığı içten bir kahkahasın!..

beni beklemeye gidiyordun…

galiba yolu şaşırdın!..

pelin onay

next page next page close

iyi şeyler de olmadı değil

ışık kaynağına yaklaşmakta olan cisimlerin gölgeleri gibiyiz hepimiz…

gittikçe küçülüyoruz.

ışık kaynağına vardığında-yani varabilirse- gölgesi olduğumuz cisim

kaybolacağımız aşikar..

yine de ne şatafatlı bi kelimedir ki -örneğin- “YILDIZ”

çekicilikte sınır tanımıyor.

ve unuttuğumuz bir şey var tüm bu curcunanın ortasındayken,

doğal ışık kaynakları gölgenin ne olduğunu bilemezler..

sorabilirz bunu mesela Güneş’e..

ve yine sorabiliriz bir sokak lambasına..

***

gerçek ışık kaynağının ne olduğunu tam olarak bilseydik eğer

ona ulaşmak gerçekten bu kadar önemli olsaydı

sokak lambaları dikkatimizi çekmezdi Güneş’i ararken.

***

“Ona ulaşan olmadı daha, ondan bu bilinmezliği.” (*)

***

Sonrası biraz bulanık. Başka bir şeyi ararken bulunan bir şey gibi. Yarım kalmaya mecbur bir sevinç. Elimizde bir bilet var ama ne tam ne öğrenciyiz. Tanrım bu kare bulmacayı sen hazırlamışsındır umarım. Çünkü çözemedikçe beni sinir eden şey, onu benim kadar günahkâr birinin hazırladığını düşünmek. (madde:57)

next page next page close

aydınlanma

büyük bi’ aydınlanma yaşamanın arifesinde olduğum şu günlerde kafamda dolaşan tilkileri kuyruklarına dikkat etmeleri konusunda uyarmıyorum zira yakında dikkat etmeleri gereken bi’ kuyruklarının olmayacağının farkında hepsi.

aydınlanma demişken.

5. sınıf balosundaydık. hoşlanmanın ne demek olduğunu bilmediğim zamanlardı. dans etmek bi’ gereklilik gibiydi o gece. “bla bla bla bla ilk danslarını yapmak üzere bla bla bla”. kimle dans edeceğimi düşündüğümde aklıma tek bi’ isim geliyordu, ben “kem küm” safhasındayken o çoktan başlamıştı “ilk” dansını etmeye, kafamı tam tersi yöne çevirdiğimde karşımda başka bi’ kız çıkmıştı ve “dans edelim” demişti, etmiştik.

şimdi ‘aydınlanma’yı anlama oranınız empati kabiliyetinizle doğru orantılı.

 

next page

gözlerimi kapattığıma bakmayın, orada olduğunuzu biliyorum

2010’dan bu yana yazdım bir şeyler. (öncesi de var gerçi ama şimdi...
article post

sonra ben de dedim ki;

hayatta bir kez birine geç kalırsın ve bir daha hiç kimse için acele...
article post

böyle el sallayacaksın havaya doğru, o zaman yanıyor.

‎- Apartmanın girişindeki lambayı sen mi kırdın bülent? + Hangisini? –...
article post

ütopik 10

benim değil artık bu ütopya.. ben yokum artık bu ütopyada.. *** döndüm...
article post

gece

nefes almamın zorlaştığı anlarda gözlerimin önünden geçen her kare için 365...
article post

yarım

sen bıçak sırtı kemiklerime dayalı, *** her gelen metro için bu dolu bi’...
article post

ben sana mecburum. sen, yoksun..

lise münazaralarından birinde konu “milli güvenlik için kişisel özgürlükler...
article post

bir avuntu

belki’lerle başlayan her şey keşkelerle bitmek zorunde değildi belki evet ama...
article post

odamın hayaletisin, sessizliğine aşığım.

git, gideceksen. gündüz gidenleri farkedemedim hiç. gece olduğunda tekrar,...
article post

üçgen gezegenleri, meşru cinayetleri

gerçekte kim olduğunu çok düşündüm, özleminin yer yer sağanak yağışlı...
article post

iyi şeyler de olmadı değil

ışık kaynağına yaklaşmakta olan cisimlerin gölgeleri gibiyiz...
article post

aydınlanma

büyük bi’ aydınlanma yaşamanın arifesinde olduğum şu günlerde kafamda...
article post